KARATE
Aslında tüm hikâye bir ailenin çocuğuna spor yaptırmak istemesiyle başlar. Çocuğunun serbest zamanını değerlendirmesi, iyi vakit geçirmesi, kendini daha iyi ifade etmesi, sosyal bir arkadaş çevresi oluşturması, geleceğe yönelik sağlıklı ve iyi bir vatandaş, kuracağı aile için iyi bir anne veya baba olması bir ailenin istemesiyle mümkün olabilir.
Çocuğunun karate yapmasını isteyen aileler hikâyelerine başlamışlardır. Antrenör ve arkadaşlar ile tanışma birkaç dersi bulabilir. İlk derslerde “herkes beni mi izliyor acaba?” utangaçlığı hemen her çocukta oluyor. Zaman geçtikçe bu utangaçlık yerini kendini iyi hissedeceği bir ortama dönüşüyor.
Sporcunun karateyi sevmesi, isteyerek antrenmana gelmesi, çok çalışması onu bu hikâyede iz bıraktıracak başarılara ulaştıracaktır. Bazı sporcular karate sporuna daha yetenekli olabilirler, yeteneği eksik kalanlar ise çok çalışıp çok isteyerek bu farkı kapatabilirler.
Çok çalışan veya yetenekli olan sporcular antrenörün aklında hemen isimleriyle yer ederler. Beyaz kuşaktan başlayan karate sporcusu biraz kuşak almaya başladığında karate turnuvalarına katılmaya başlarlar. Antrenör, sporcu ve veliler için hikâyenin bu bölümü daha güzel daha gurur vericidir. Her sporcu için bu hikâye kendi adıyla farklı yazılır. Bazen Damla Nur Gör olur, zamanı gelir Türkiye 2. si olup ülkesini İtalya’da temsil eder. Bazen Akif Yücel olur ülkesini uluslararası turnuvada şampiyon olarak temsil eder.
Belediye başkanından, spor kulüp başkanına, gençlik ve spor hizmetleri müdüründen, ofis personeline, kulüp çalışanından antrenörüne, sporcudan velisine kadar herkes bu hikâyenin bir parçasıdır. Bu hikâyede sporcuları sokağın karanlığından da, teknolojinin bağımlılığından da kurtarmak mümkündür. Biz ekip olarak bu hikâyeyi kendi adına yazmak isteyen herkesi bekliyoruz.